14 Eylül 2012 Cuma

Kelimelerin en cücüğü - Yalnızlık

"Bir kedim bile yoookk anlıyor musun?"

Soruya bak..

Tabi ki kimse anlamaz bu hissi..Herkes kendi yalnızlığını yaratır, yaşar, sıkılır, isyan eder.. Bazıları boşlukta kendileriyle, bazıları aslında var zannettiği insanlarla paylaşırlar. İster istemez hapseder kendini bir yere. O yere bir de alışır.. Öyle alışır ki kapısını açmaz karşısındakine. Bazen çok istese de eli gitmez, açmaz, açamaz.. Sonra telaşla döndürür kapısında asılı yazıyı. Siz kapının dışında KAPALIYIZ yazısına dert anlatırsınız. Gözleriniz kocaman açılmış, kaşlarınız minik emrahtan beter "ama amaa.." derken hem de. Yaşadım biliyorum, istemeden de olsa yaşattım, onu da biliyorum... Yolda yürürken elleriniz çarpışır biriyle, siz bırakmak istemezsiniz, bir yandan o da yolun sonuna kadar yanında olmanızı ister.. Yolun sonu kapısına geldiğinde, o girer.. Siz çalarsınız bir kez.. İki, üç kez.. Belki yirmi, belki elli kez.. İlk çalıştan sonra açılmadıysa o kapı, siz ellerinizi acıtana kadar vursanız da kapıya, açılmaz o kapı.. İçeriden gelen sesler olduğuna inansanız da, bir süre sonra "ya içeride ona bir şey olduysa" deseniz de o kapı a-çıl-maz... Çok da kötümser olmak istemem ama bu tip durumlarda içerideki pencereden atlamış, tabana kuvvet dediğimiz tabirle, hatta topuklarını poposuna vura vura kaçmaktadır. O alışkındır yalnız olmaya. "Yük olmayınız" mı yazsın arkasına siz ona "nayırr nereyeee" diye bağırmaya çalışırken? Ya da hayatımda ol derken? Belki çok uzağa gitmemiştir de sizin kapıdan uzaklaşmanız için kuytu  bir yerden izliyordur sizi. Biliyorum, çünkü dediğim gibi istemeden yaşattım, başıma gelmesini istemesem de, yaşadım. Ordan biliyorum.

Kızgın bir yazı değil bu. Aksine, yüzleşme.. Ben yalnızlığın bizim yarattığımız bir durum olduğuna canı gönülden inanıyorum. "Ohh ense işte" hissinin açıklaması hatta. Birini anlamaya çalışmadan, kendine göre yaşamak. Kesinlikle kader mader değil bu.. Yalnız kalmak istiyorsanız, iş çıkışı eve gidiyor izlediğiniz filmin sevdiğiniz sahnesini açıp tekrar izliyor, bilgisayarda zaman geçirip, sonra uyuyorsunuz. Yalnız kalmak istiyorsanız, çok fazla gülüp geçiyorsunuz olaylara. Yalnız kalmak istiyorsanız, karşınıza hep sizi kapıda ritim tutma ustası yapacak insanları seçiyorsunuz. Sonra mı? Sonra ne olsun, başlıyoruz ritim tutmaya.. Düm tek tek, düm teke tek, düm düm tek... Bu elimiz ve kapının buluşmasından gelen ses de olabilir. Sinirden ya da üzüntüden kalbimizde erken yaşta başlayan çarpıntının habercisi de. Kendi kuyumuzu kazıp içine bir güzel yayıldığımız bu durumda kaderi, ya da karşımızdakini suçlamak sorumsuzluk olur bence..

Şimdi aşağıdaki resme bakıyorum, keşke sevebileceğim bir kedim olsa diyorum... Ne güzel mır mır sesini bile duyuyorum. Hatta oynamaya çalışırken elimi tırmalamasını bile umursamayacağımı biliyorum. Ama ne yapıyorum? Ben bu resme sadece bakıyorum.. Sorumluluğundan korkuyor ve bir şey yapamıyorum..




Bir yerde okumuştum, "insan ancak mutlu olduğu şeyle ilgilendiğinde mutlu olabileceği insanlarla olabilir" demiş bilmişin teki.. Eğer bu söz doğruysa benim sırt çantamı alıp varımı yoğumu satıp dünyayı bir turlamam gerekiyor. Çünkü şu an ne olduğum yerden ne de istediklerimden eminim.. Neyse canım, hiç olmazsa bloğum favori amacına ulaşıyor ve ben istediğim gibi saçmalayabiliyorum. Emin değilim. Güvenemiyorum. Belki ben hep yalnış kapıdayım ve belki de hep içerde olmayanların kapsında kalbimin ritim tutmasına izin veriyorum.. Belki de kalbimi ben oraya sürüklüyorum..

Amaann bilmiyorum. Eskiden 26 yaşın bazı şeyleri bilmek için fazla bile olduğunu düşünürdüm. Onda bile yanılmışım. Ben biraz aptal mıyım?

Ups şimdi düşündüm de.. Aslında ben 26,5 yaşındayım :S

Neyse, benim dert yanmaktan sıkılacağım yok, söz sende Freddy.. ;)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...