5 Ağustos 2014 Salı

"Merhaba"

Uzatmama gerek yoktu. Bu tip yerlerde beni çoğu insan tanır bir de üstüne severdi. Kavga çıkarmamak, çıkaranları kibarca ayırmak, personele hal hatır sorduktan sonra gittiğiniz her yer neredeyse sizin sayılabilirdi. Bu gibi bir kaç mekanın sahibi sayılırdım. İçeri girer bar taburelerinden birine geçip içkimi içer ve gecenin getirdiği mezelerle yoğun geçen iş haftasının açlığını giderirdim. Ben yerime geçince garson hiç uzatmadan biramı açar sinsice gülümserdi. Bir kaç gelişten sonra simam tanınmış neden geldiğim de anlaşılmış olurdu. Belki de bana gösterdikleri garip saygı biraz da bundandı. Düzdüm. Ne istediğim ne yaptığım belliydi.

Elimdeki biradan bir yudum alıp tek dirseğim bar masasında arkama doğru baktım. Masalara göz gezdirdikten sonra tekrar önüme döndüm. Biramdan bir yudum daha alıp telefonumun sesini kıstım. Mailler ve arayanlar haftanın 5 gününü alıyordu zaten. Kafa dağıtmak için çıkılan bir cumartesi gecesinin çalan telefonla kesilmesine gerek yoktu. Biram yarılandığında arkama tekrar döndüm. İlk bakışmalardan sonra yarım biralık beklenti üstümdeki ilgiyi arttırmıştı. Bana doğru bakanlara hiç uzatmadan kısa bakışlar, bira yudumları arasında ufak tebessümler gönderiyordum. Tek bir kişi seçmek bana göre bile biraz fazla iddalıydı. Bakışlarım bir kaç kişi arasında gidip gelirken içimden önce gelen kazanır diyordum. Genelde bara kadar gelip bira ısmarlama bahanesiyle yanıma sokulanlar, barmenden peçete isteyenlerden daha fazlaydı. Konuşma çok uzamadan, gürültü ya da sıcak bahane edilip dışarı çıkılıyor, ara sokaklardan birinde burun buruna gelinip geri çekiliyordu. Mesafe ne istediğini bilen kadınları deli ederdi. Bu kadar bilgili konuştuğuma bakmayın. Bana göre iki tip kadın vardı ve bunları sadece iki şekilde mutlu edebilirdiniz. Severek ve.. Sanırım ben ikincisinde daha başarılıydım.


İlk biram bitmiş, bara tekrar dönüp ikincisini istemiştim. Buz gibi biram elimdeyken etrafa bakınıyordum. Gülücükler işe yaramış, kadınlardan biri bira alma bahanesiyle yanıma gelmişti bile. Kokusunu alabileceğim kadar yakın ama ona dokunmayacak kadar centilmendim. Dirseklerim barda, bir kaç saat içerisinde yanıma daha fazla sokulmuş şekilde konuşmamız devam ediyordu. Bir ona bir içeridekilere doğru bakınıyordum. Göz göze uzun uzun bakmak bende karşı tarafın defolarını görmeme neden oluyordu. Kapanmaya çalışan bir sivilce, yamuk sürülmüş bir kalem hevesimi düşürebilirdi ve bunun yaşanmasının benden çok karşımdakini üzeceğini biliyordum.

İçeri girenler arasında siması çok tanıdık biri vardı. Nereden tanıdığımı hatırlayamıyordum ama tanıyordum. Bakışlarımız birleştiğinde gözlerini kısıp biraz daha baktı. Uzaktan ya da yakından. Benim olayım uzun uzun bakmak değildi. Yanımda biri vardı ve ben saygılı bir adamdım. Gözlerimi çevirip arkama döndüm. Tamamen kendine ait olduğumu düşündüğünden olacak yanımdakinin neşesi yerine gelmişti. Saçlarını atıyor, birasını yudumladıktan sonra benimle konuşurken dudağını ısırıyordu.

Kıvama gelen konuşmamızı uzatmamak adına eğilip içerisinin ne kadar sıcak olduğundan sızlanacaktım ki kolumu pek de kibar olmayan bir şekilde biri dürttü. Karşımda biraz önce sırtımı döndüğüm tanıdık gelen kız duruyordu. Gözleri hala kısık “Ali? Valla sensin, seni gördüğüme öyle sevindim ki” diyerek boynuma sarıldı. Nefesindeki bira kokusu hareketlerindeki rahatlığı açıklıyordu. Yanımdaki kadına bile büyük bir gülümsemeyle elini uzatıp “merhaba ben Öykü, Alinin çocukluk arkadaşıyım” demiş, kadının suratındaki hoşnutsuzluk içten içe beni eğlendirmişti. Gülümsediğinde kim olduğunu hatırlamıştım. Saçları kısalmış, rengi değişmişti ama gülümsemesi aynıydı. Lisedeyken her yaz gittiğimiz yerden tanıyordum onu. İflas edip, yazlığımızı satana kadar her yaz gittiğimiz yerden.

Mutlulukla gülmüş, kahkaha atmış, bardağındaki her yudum yavaş yavaş kanına karıştığında umursamaz hareketlerle dans etmeye başlamıştı. Yanımdaki kadının paylaşmakla arası pek olmadığından olacak “içerisi sıcak mı?” taktiğini benden önce kullanmıştı. Taktiklerin cinsiyetleri yoktu. Basit insanlar kullanırdı, kadın erkek fark etmez, niyetler aynı olduğu sürece kimin kullandığının da önemi yoktu.

Ceketimi aldığımda yine tanıdık kızla göz göze geldim. Koşar adımlarla, “gidiyor musun, gitme” diye ısrar etti. Yanımdaki kadın küplere binmiş, “tatlım ben duramıyorum, çıkıyorum” diyip eliyle öpücük göndermişti. Tek dikkatimi çeken tırnakları olmuştu. Uzunlardı ve fazla kırmızılardı. Elimi selam verir gibi kaldırdım ve ceketimi tekrar sandalyeme bıraktım. Belki arkadasından gideceğimi düşündüğü için sahnesini uzattıkça uzatmıştı. Yenisini bekleme bir B planı olabilirdi ama arkadan gitme planlar arasında çok sonralardaydı.

Tanıdık kızımız daha da neşelenmiş, kayan gözlerle danslarına ellerimi kollarımı katmıştı. Onun için kalmadığımı anlaması için sırtımı dönsem de nafileydi. Elinde iki tekila bardağı, üstlerinde ip ince kesilmiş limonlarıyla bana gülümseyerek yanaşmıştı. “Gençliğimize!” diye çığlık atarcasına kadehini kaldırmış, yutar yutmaz yüzünü ekşitmişti. Aslında olgun, idare eder güzellikte bir yüzü vardı ama haraketleri ve gülüşü o kadar çocuksuydu ki geliş amacımı hatırladıkça ona bakıp dişlerimi bilememek elimde değildi.

Arkadaşlarının yanına gittiği bir sırada ceketimi alıp hesabımı fazlasıyla karşılayacağını bildiğim ücreti barmene gösterip bardağımın altına koydum. Güvenliğin gecesine yalnız çıkışımla eğlence kattığım gizlediği sırıtışından belli oluyordu. Başka bir barda gecenin benim için yeniden başlayacağını tahmin edemeyecek kadar hayal gücünün eksik oluşu da onun neden güvenlik görevlisi olduğunu açıklıyordu.

Soğuk hava ve çişeleyen yağmur beni kendime getirirken, karakterinde barındırdığı yüksek orandaki inat tanıdık kızımızı da peşimden getirmişti. Arkamdan ismimi bağırarak ve koşarak geldi. Bir elinde bira şişesi diğer elinde ceketi ve çantasıyla bana yetişmişti bile. Nefes nefese “ama erken, daha gitme” diyebilmişti. Yüzüne artık kızgınlığımı gizlemeden bakıyordum. Tabii o yağmurun da farkında olmadığı gibi ifademin de farkında değildi. Elindeki bira şişesini hiç de kibar olmayan bir şekilde alıp yere koydum. Diğer elinden ceketini aynı şekilde çekip üstüne geçirdim. İki ellerimle omuzlarından tutup “senin için değil” diyerek azarladım ve uzaklaştım. Tahmin ettiğim gibi çabam nafileydi. “Ben de gelicem” diye tutturduğundan, ismimi sürekli bağıra bağıra söylediğinden diğer barlara yakınlaşamamıştım bile. Ondan bariz uzak yürümeme rağmen hemen arkamda resmen beni takip ediyordu. Bir an arkada ah sesi duyunca, arkamı döndüm ve yerde olduğunu fark ettim. Hemen yanına gidip bir şey oldu mu diye bakarken gülümseyerek “yoruldum” dedi ve derin bir nefes vererek gözlerini kapadı. Yolun ortasında kollarımda bariz bir şekilde sızmış bir kız vardı. Ara sokakta olduğumuz için yanımızdan çok fazla insan geçmiyordu ama geçenlerin bakışlarındaki kuşku artmaya başlamıştı. Şanslı gece diye de buna denirdi! Sahte bir gülümsemeyle “biraz fazla içti” açıklamasını bana yaptırdığı için onu oracıkta bırakmalıydım. Bana güvenip çıkmamıştı ama bana güvenip yolun ortasında sızabilmişti. En hoşlanmadığım kadın tipiydi. Tüm yükü sizin elinize bırakıp, sizden hayatlarındaki destek olmanızı bekleyen kadın! Erkeklerin de hayatları vardı ve bu bir kadına destek olmaktan daha eğlenceli aktiviteler içerebilirdi değil mi?

Evim uzak olmadığından kollarımda horul horul uyuyan genç kızı kucağıma alıp, evime götürmeye karar verdim. Eminim komşularım kucağımda baygın bir kız taşıdığıma aldırış etmezdi. Ne diyorlardı.. Genç adam yapacak tabii!

Zar zor kapıyı açtığımda kollarını boynuma attı. Nefesi boynumda, kalbi tam olarak göğüsümde atıyordu. Gece için tertemiz çarşaflar serili yatağıma hiç de planlamadığım şekilde birini yatırıyordum. Ona bakıp hay ben senin dememek elimde değildi. Bok vardı o barı seçmiştim, bok vardı bin yıl öncesinden bir kız beni tanımıştı.

Yatağıma yatırıp yüzüne düşen saçı kenara çektiğimde yüzüne bakmamam gereken kadar uzun zamandır baktığımı fark ettim. Hiç denilecek kadar az değişmişti. Yüz hatları eskisi kadar yuvarlak değildi o kadar. Daha keskindi çenesi. Ben de yaşadım diyordu adeta. Mesela o zamanlar yazlığın en çok gülen kızıydı, bu gecenin de en çok gülen kızı da sayılabilirdi. Hiç değişmemişti kahkahası. Çocuk gibi umursamaz, içten. Bir kadına en çok yakışan şeydi kahkaha.

Saçları ıslanınca kıvırcıklaşmıştı. Denizden çıkınca da böyle mi olurdu o zamanlar? Bir keresinde kıyafetleriyle denize atmıştık onu. Çıkınca hepimizi ıslatmıştı, sayesinde havlularımız da denizi boylamıştı. Sanki kitap arasında bulduğum çok eski bir resim gibiydi. İster istemez özlem duyduğum zamanları hatırlatıyordu. Hatırladığım her şeyde yüzüne gülümseyerek bakıyordum.

Üstündeki ceket hafif ıslanmıştı. Boynundan tutarak yavaşça kaldırıp ceketi çıkardım. Babetlerini de ayaklarından çıkartırken bileğindeki dövmeyi fark ettim. Origami bir kuğuydu. O zamanlar denize dileklerimizi origami kuğular eşliğinde gönderirdik. Farkında olmadan parmağım kuğunun üstünde gezindi. İçimdeki kendini beğenmiş adam “kendine gel lan” diye enseme patlatınca ayağını yatağa bıraktım. Üstüne ince bir pike örtüp hemen yatağın karşısındaki koltuğa oturdum. Daha fazla bakmamalıydım biliyordum. Kalktım mutfağa gittim. Kendime su koydum. Böyle bir geceye bir bardak kocaman su iyi giderdi ne de olsa.

Üstümdekilerden kurtulup, eşortmanlarımı giydim. Dişlerimi fırçalamak için bayoya girdiğimde kendime bakakaldım. O zamanlardan sonra beni tanıması bile mucizeydi. Çok fazla gülmüyordum. Yüzüm tatil görmemenin eksikliğiyle bembeyazdı. Gözlerim yorgundu, daha derine bakılsa biraz da ümitsizdi belki. Dişlerimi fırçalayıp cumartesimi ziyan eden genç kıza bakmak için yatak odama tekrar geçtim. Evde tek yatak odası olduğu ve oranın benim olduğunu düşünürsek girip çıkma hakkına sahiptim.

Pike örttüğüm gibi üstündeydi. Derin uykusunda pek de güzel rüyalar görmediği kaşını çatışından belliydi. Acaba o neler yaşamıştı. Elleri.. Minik, uzun parmaklarında yüzük yoktu. Derin bir nefes aldığında bir an uzaklaştım. Uykuda olduğunu fark edince yerime geçtim. Elim çenemde sadece ona bakmak istiyordum. Cumartesi gecemi mahveden, yatağımı işgal edip bana uyumaktan başka seçenek bırakmayan belaya. İçimde itinayla kızgınlığı arasam da bulamadım. Aslında ona bakmak bana geçen onca zamanı unutturuyordu. Sonra bir anda aklıma geldi. Bu gece ona hiç “merhaba” dememiştim. Gülümseyerek yanına yanaştım. Fısıldayarak çok uzun zaman önce hayatımdan çıkan kıza “merhaba başbelası” dedim ve saçındaki ufak tutamı biraz daha geriye ittim. Bana farkında olmadan gevşeyen kaşlarıyla ve yüzüne yayılan hafif bir gülümsemeye karşılık vermişti.


Yıllar sonra yatağımızda asla unutmayacağım o ifadeyle uyuyor. Kim bilir kafasında ne sorunlar yarattı da kaşları çatıldı yine. Uyandırabileceğini bile bile dayanamadım. Rahatla dercesine kolumu sardım beline “ben buradayım” diye fısıldadım yüzüne. Kaşları yavaşça yayıldı, yarım açılan gözlerinden okunan sevgiyle “biliyorum” dedi ve sarılmama karşılık vererek bana iyice sokuldu. Şu an yıllardır yaptığımız gibi yatağımızda birlikte uyuyoruz. Bunları bana hatırlatansa sadece dışarıda çiseleyen yağmur ve takvimde bugünün yanında yazan “cumartesi”.. 


Sevgili okur.. 
Bazı hikayeler hayal gücünün bazı hikayeler yaşanmışlıkların ürünüdür.
Bu hikaye yaşanmışlıkların hayal gücüyle süslenmesiyle ortaya çıkmış, 
yeniden başlayan bir hayatın benim gözümdeki anlatımıdır.
Ve evet.. Onlar şu an çok mutlulardır... 

12 yorum:

  1. bayıldım,su gibi okudum.
    herkes ister bu hikayenin kahramanı olmak bence.
    ne şahane yaşam:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederiiimm.. :)
      Belki bizim de şahane yaşamlarımız vardır, sadece başkasının anlatımına ihtiyacımız vardır.. Değil mi:))

      Sil
  2. cok guzel bir yazi olmus hic sIkILmadan okudum)))

    YanıtlaSil
  3. Çok sert çarptı doğrusu =) Hala şaşkınım... Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  4. bütün bunların artık kötü sonla bitmesini istememin nedeni ne acaba. olmadığım birinemi dönüşüyorum ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah kuzuumm.. simdi ben sana oluyor boyle seyler desem sen de inansan? Sana yalan soylemem biliyorsun zaten..

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...