24 Ocak 2014 Cuma

İki çift söz belki

Çok sözler söyleyip 
az şeyler Hissedenler 
anlamazlarmış Şiirleri
direnirlermiş kocaman harflerle 
yazmaya öykülerini 
oysa ne demiş Şair? 
herkesin öyküsü olabilir
ama çok Azının 
Şiiri



17 Ocak 2014 Cuma

Kendi Yolumda!

Çok değiştim. İtiraf ediyorum evet.. Son yıllarda belki de hiç tahmin etmeyeceğim kadar değiştim. 

Ülniversitedeki halim geliyor son zamanlarda hep aklıma. Bir kaç arkadaşından asla ayrılmayan, dünyaları bu bir kaç insan sanan biriydim. Hiç ihtiyaç duymadım başkasına. Onlar her zaman yetti. 

İş hayatı başladı. Yalnız yaşadığım şehrimde hemen aile dedim o insanlara. Dostlarım oldular.

Sonra çalıştığım iş yeri, ikinci ailem dediğim insanlar aslında o kadar da ailem olmadıklarını gösterdiler.
Dostlar.. Onlar sadece “dostları” olmamı istediklerini açıkça belirttiler. Onların suçu yoktu, benim beklentim çoktu. 

Ve bir anda, kendimi hiç tanımadığım insanlar arasında buldum. Şu an düşündüğümde gayet saçma gelen bin tane şey yaptım aralarında. İşin garip yanı her hareketimden sonra “biraz düşün, sonra sana o kadar da abartılacak bir şey değilmiş gibi gelecek” diyebilecek kadar tanıdılar beni. Ya da belki sadece iyi niyetlerinden beni sakinleştirmek istediler. Çok asabi, çok aceleci, çok dediğim dediktim. Bakış açınızı değiştirdiğinizde, etrafınızdaki her şey değişiyor aslında. Şimdi iş bir eğlence, arkada buluşması, patron her hareketine katlanmanız gereken bir aile babası değil, sadece insanlığına güvenebileceğiniz bir akıl hocası..

Arada aşk benzeri hisler de geldi.. Geldikleri kadar da hızlıca geçtiler. Ama en güzeli, o hislerin arasından geçerken aslında ne istediğimi tam olarak öğrenmiş oldum. Şimdi yanlış insanların yanından geçerken sadece gülümsüyorum. Olmayacaklarını, kapılmayacağımı çok iyi biliyorum.

Evime bakıyorum. Yıllardır kaldığım evimde bazen durup duruken ilk kez oturuyor gibi hissedip, “sen ne ara bu kadar büyüdün yahu” diyorum kendime.. Evim, arabam, işim, sevdiklerim, düzenim.. Ama en önemlisi “ben” oldum.. Çok üzüldüğüm, kırıldığım, güldüğüm, ağladığım, alay ettiğim, alay edildiğim, gezdiğim gördüğüm o her dakikanın sonunda “ben” oldum.. Ve itiraf etmeliyimki, olduğum insandan, hayatımdan belki de hiç bu kadar memnun olmamıştım.

Nerden mi geliyor bunlar? Tabii ki çok sevdiğim bir insanın bana sürekli dinlettiği şarkıdan.. İkimiz çok uzaklardan eşlik ediyoruz birbirimize.. En çok da bağıra bağıra “kendi yolumla” diyoruz..

Hata yapabiliriz, üzülebiliriz, kaybedebiliriz ama bunların hiç biri bizim hayatımızı yaşamamıza engel olamaz. Dışarda gülümsememizi bekleyen milyonlarca insan, üstünden gelmemiz gereken bir o kadar da zorluk var. İnsanlar gidebilir, siz tökezleyebilirsiniz, hata yapabilir, üzülebilirsiniz. Ama her zaman size özel açılmış o yolu hak ettiği şekilde yaşamalısınız. Kendi yolunuzda, siz herkesden farklı olmalısınız..

Bir de Cuma dansı nedir bilir misiniz? Haftasonunuz iyi geçsin istiyorsanız Cuma'ya bu dansla başlıyorsunuz.. Bir de play'e basıyorsunuz ;)) 




Bırak tutma beni
Kaybetsem de üzülmem asla,
Ne boş kaygıların
Korkma bana hiçbir şey olmaz
Yanlış doğru gibi
Eksik kalan bir kaç satırsa
Ve ben, böyleyim kendi yolumda,

Hayat benim her
Anımı yaşadıkça sevesim var,
Aldırmam hiç yağmurlara
Benim güzel hatalarım var,
Biran bile vazgeçmedim
Kendi yolumdan!

Çok mutlu bir haftasonu olsun.. Huzurlu, eğlenceli ama önemlisi bol bol anı dolu.. 

3 Ocak 2014 Cuma

Hep yavandı "G"erçeklik..

Ne zaman ya da nasıl başladı hatırlamıyorum.

Belki o uzun yürüyüşlerden birinde adımlarıma karıştı.

Belki bir barda, ben melodilerde kaybolmuşken eşlik etmeye başladı bana. Önce aynı sözleri mırıldanmaya, sonra aynı hayatı yaşamaya başladık belki.

Ne zamandı bilmiyorum ama onsuz yaşadığımı da hatırlamıyorum. Hep aynı yatağı paylaştık. Sanki hissettiklerimi hissedermiş gibi, "sensiz uyuyamam" derdi. Ben de uyuyamazdım..

Tanıdığım kimseye benzemedi. Kendilerine benzetmesinler diye ben de tanıdığım hiç kimseyle tanıştırmadım onu. Farklıydı. Mesela büyük bir hevesle aldığı gitarıyla sadece tek bir melodiyi çalabilirdi. Bir melodisi vardı. İsim vermemişti ona. Her çalışında farklı şarkılara uydururdu. Başkası dinlese ne çirkin derdi belki. Oysa benim için tüm şarkıların tek melodisiydi o.

Hala çocuk gibiydi. Sıcacık bakışları, kumral dalgalı saçları.. Çok az kahkaha atardı. Ama ne zaman benimle göz göze gelse o en güzel gülüşü yayılırdı yüzüne. Masum, içten. 

Çok kız arkadaşı vardı. Sabahlara kadar eğlendiği, bazılarına ağlamaları için omzunu açtığı, gecenin bir körü tek başına evine gitmesine izin vermediği kız arkadaşları. Hiç karıştırmadı kavramlarımızı. Tek sevgilisi bendim, onlarsa arkadaşları.

Onun da hayatı vardı benim bir türlü oturtamadığım. Bazen salaş bir kafenin sahibi, bazen bir şirketin şatış yönetmeni, bazen doktora yapan bir öğrenci olurdu. Gün bittiğinde ve nihayet kimsesiz kaldığımda ortaya çıkardı. Vapurdan indiğimde onu görürdüm, birlikte yürürdük eve. Uzaktan bana bakıp, gülümseyerek kollarını açar, sıkıca sarılırdı. Nefesin birleştiğinde biriyle sen sen olmaktan çıkarmışsın. Ben kendimden kaçtığımda, o kollarını açar karşılardı beni. Gün kötü geçtiyse "gel sevgilim, hadi sana yiyecek birşeyler hazırlayalım" derdi. Bu tarif bana özel, lütfen bakma dediği bir tarifi vardı. Aslında sadece iki ekmek arasına ton balığı, marul, mısır, mayonez koyar karman çorman bir sanviç hazırlardı bana. Bilirdi, ben karışık yemekleri severdim. Elleriyle hazırladığı sandviç şifam olur kalbimi iyileştirir, unutur, yeniden başlardım sayesinde.

Politikadan çok edebiyattı konuştuklarımız. Televizyon çoğu zaman kapalı olurdu. Zaten herkesin kağıt gibi ince televizyonlarının aksine bizimkisi hala kocaman poposu olan tüplü televizyonlardandı. Sanki evde olması gerektiği için ordaydı. Kocaman kütüphanemizin her zaman okunmamış bir sürü kitabı olurdu. En sevdiği yerlerdi eski kitapçılar. Birlikte gittiğimizde açar kitapları en sevdiğimiz parfümü koklardık. Aldığımız kitapları heyecanla karıştırır, çoğu zaman çaktırmadan son sayfalarında bulurduk kendimizi.

Onun için en saygın insanlar öğretmenlerdi. Ama gerçekten öğretmeyi bilenler. Mesela kitapçıda paylaşmayı öğreten kadın gibi. Eski kitapların hikayelerini paylaşır, kimlerden aldığını anlatırdı. Mesela fırındaki amcanın hangi ekmeğin nasıl yapıldığını nelerle yapıldığını öğretmesi gibi. Sen gülümsemeyi öğrettin derdi bana hep. O da bana sevmeyi öğretmişti. Karşılıksız. Sonsuz..

Çoğu zaman evde yalnız olurduk. Durup dururken şarkı söyler, elimize geçenlerde gülecek bir şeyler bulur başlardık kıkırdamaya. Ben kahkahalara boğulduğumda o kocaman gülümsemesi eşliğinde delisin sen der, kafasını sallaya sallaya işinin başına dönerdi. Hiç bir doğum günümde hediye almadı bana. Değişim kartlarıyla gelen hediyeler hep itti ikimizi de. Durup dururken getirdiği eski daktilo benim hazinemdi. Hiç unutmam o günü. Kucağında bir kutu, sadece meraba diyip evde bakınmaya başlamıştı. Nihayet aradığını bulduğunda kutuyu kenara koydu. Pencerenin hemen önündeki koltuğu kenara çekip, sehpayı yerleştirdi. Kendi kendine "şimdilik idare eder " demişti. Kutudan daktiloyu çıkarıp itinayla sehpanın üstüne koyduğunda nefessiz kalmıştım. Sonra şaheserini gösterip, gülümsemişti. Daktilomuz "g" harfini basmıyordu. Sayesinde asla "gerçek" yazamamıştım. Daha da sevmiştim daktilomuzu. 

Güller yerine kesip biçmem için kartonlar, eski dergiler alırdı. Kocaman kutuyla aldığı ıvır zıvırları görünce sevinçten çığlık atar, uzanıp boynuna sarılırdım. Salonun ortasına birlikte yerleşip, dağıtırdık dergileri. Yazıları, sevdiğimiz kelimeleri başka sayfalarda birleştirirdik. Sevdiklerimize hep böyle hediye hazırladık biz. Ellerimizin değmediği hiç birşeyi vermedik sevdiklerimize..

Sevmezdi çok içmeyi. Sadece rakı. Rakı için her içişinde başka bir hikaye uydurur, hep masalımsı anlatımıyla rakıya "bu içki büyülü" derdi. Benim için çeşit çeşit şarap almıştı. Hepsinin yanında da portakal suyu. Tadını beğenmediğimiz tüm şaraplara eklendi portakal suyu. Birazcık fazla içip, ağırlaştığında vücudum, önce mayhoşluğumla alay eder, sonra hiç üşenmeden kaldırıp yatağıma yatırırdı. Üstümü örter, her seferinde olduğu gibi sıkıca sarılıp uyurdu benimle. Ben ondan başkasıyla hiç uyumadım. Ondan başkasıyla hiç aynı yatakta nefes almadım. Onsuz hiç nefes alamadım..

Belki onun yüzünden gerçeklik hep yavan geldi bana. Ne zaman eve daha az uğramaya, ne zaman daha az yalnız kalmaya başlasam gizli gizli onu özledim. Bir anda son otobüs bahanesiyle kalktığım tüm masaların nedeni oydu aslında. Yatağımda bekliyordu beni. Evimde.. Kapıyı açtığımda sonunda geldin diyip sarılıcaktı. Mavi gözleri, dağınık kumral saçları ve gülümseyişiyle sadece sarılacaktı. Uzun zamandır onu görmezden gelişime kızmayacaktı, sorgulamayacaktı. Gerçek bittiğinde, "geçti, tamam.. geçti" diye nefesimi nefesine karıştıracaktı. Belki buydu ona veda etmeyi bu kadar zorlaştıran. Belki onun yüzünden bir sürü sevgilisine, her defasında onsuz yaşayamayacak kadar aşık olduğunu idda eden kızlardan olmadım. Onlar olmak kolaydı. Oysa benim hayatıma kim girdiyse "o" olamadan çıktı.

Yalnızım yine. O da yanımda uyuyor.. Kolu yine kucağımda. Sarılmış yine bana. Tuşlardan çıkan tıkırtılar hiç rahatsız etmiyormuş onu. "Sen en çok yazarken, çizerken, kesip biçerken mutlusun. Hayallerinle mutlusun.. Ve beni var ediyorsun her yazdığında, nasıl rahatsız olurum" derdi.. Dedi.. 

Çok güzel uyuyor. Sanırım benim yapmam gereken de o. Biliyorum o yok aslında. Ama nefesim, nefesi.. Ne de olsa bir.. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...