25 Ocak 2015 Pazar

Bazen, "bazı anılar"..


“Ayşe.. Ayşe.. Ayşe alooo..”

En yakın arkadaşımın dürtmeleriyle ayılmıştım anılardan. Burası bu ev, bende hep aynı etkiyi yaratıyordu. O günlere gidiyor ve kayboluyordum. Neden hala o günleri hatırlıyordum? Nasıl o hisler daha dünmüş gibi kalbimi durdurabiliyordu?

“Ne Ayşeee Ayşeee ne başımın belası!” Meltem bana seslendiğinde ellerimdeki yüklerden kurtulmuş sokağa bakıyordum. Karşıdaki villa hiç değişmemişti. Hala ağaçlar, çiçekler arasında zar zor seçiliyordu pencereleri. Villanın hemen yanındaki kaldırım yıllar sonra eksik gelmişti. Sanki oraya ait bir şeyleri almışlar, eksik bırakmışlardı.

Uzun zamandır evin kapalı olduğunu düşünürsek çok işimiz vardı. Meltem saçını tam alnın üstünde kimsenin yapamayacağı kadar çirkin bir topuz yapmıştı. Evi temizlemeye çalışırken, garip şarkılar söylüyor, ikimiz birbirimize ne çektik bakışı atıyor ve bol bol gülüyorduk. Söylediklerinden çok topuzu beni güldürüyordu. Onca kıkırdama eşliğinde evi havalandırdık, temizledik, aldıklarımızı yerleştirdik. İşler bittikten sonra temizlenme sırası bizdeydi. Her zaman beni hazırlıksız yakalayan Meltem, savaşarak banyoyu kapmış, utanmadan içeride pavarotti taklidi yapıyordu.


Fırsat bu fırsat eve girdiğimden beri ısrar eden ayaklarıma teslim olup balkona, şimdi eksik gözüken kaldırımın karşısına geçmiştim. Ben fark etmeden hava iyice kararmış, yeşil eski bir araba kaldırıma park etmişti. Arabada O’nun hiç değişmemiş hali ve yakın arkadaşı vardı. Önce etrafa bakınmış, sonra camları indirmişlerdi. Aynı zamanda yan odadan polifonik bir melodi gelmeye başladı. Melodiyi takip edip kapıyı açtığımda sıçrayarak yatakta dikilen bir kız gördüm. Heyecanla telefona fısıldadı, “alo” diye. Karşı tarafın sesini duyar duymaz yüzüne kocaman bir gülümseme yansıdı kızın. Hiç bir şey söylemeden perdesini fırlatır gibi camın önünden çekti. Ses çıkarmamak için yavaşça açmıştı camı. Artık sevdiği adamla arasında sadece bir yol vardı. Kız o kadar heyecanlıydı ki.. Kalbinin atışları odanın içinde duyuluyordu. Ayaklarını kıvırıp camın önünde kaç saat telefonla konuştu hatırlamıyordum.. O’nun arkadaşı dayanamayıp arabada uyuklamaya başlamıştı. Sessiz sessiz kıkırdıyorlardı arkadaşlarının haline. “Ben de seni” diyordu kız. Sanki oymuş gibi telefona sıkı sıkı sarılmış, uzaklaşan arabayı uğurluyordu. Yatağına döndüğünde gülümsemesi hala yüzündeydi. Telefonu da.. Huzurla uykusuna teslim olmuştu. 

Ben kızı izlerken Meltem çığlık atarcasına “sıra sen de pis sokak çocuğu hadi temizle kendini” diye bağırıyordu. Tekrar odaya baktığımda yatak boştu. Belki de yıllardır kız o yatakta uyumamıştı. Uyuyan kesin bir başkasıydı.

Meltemin yanından sesimi kalınlaştırıp “mis gibi kokuyorsun gel bi sarılıyım yavruuum” diye kollarımı açarak geçtim. Meltem “git, pis insan” diye koşarken haline gülmemek elde değildi. O giyinmeye ben de kaynar suda yıkandığı için tamamen buhar olan banyoya giriyordum. Bu sıcaklıkta biraz daha yıkanırsa erkenden pelteye dönecekti, hep derdim ama inatla dinlemezdi.

Buharların arasına daldığımda yine o kızı gördüm. Telefonu kulağında, gizli gizli bir şeyler fısıldıyordu yine. “Ya  kapat ama hadi” diyordu, ama aslında o sesi bir ömür boyu hiç durmadan duymak istediği o kadar belliydi ki. Telefondakinin ısrarlarına dayanamayıp gülümseyerek “püf sen bilirsin” diyip telefonu kapatmadan bornozunun cebine atmıştı. Gülümsemesi yine yüzündeydi. Ne güzel bir makyajdı gülümsemek. Ne kadar yakışıyordu ona.

Ben adım atarken o da atım attı duşa. İkimizde gözlerimizi kapatıp suyun bizi temizlemesini bekledik. Saçlarımızı masaj yapar gibi yavaş yavaş yıkadık. İkimizde hindistan cevizli duş jelini seçmiştik. Hiç acele etmeden ben onun gülümsemesine gülümserken temizledik kendimizi. Bornozunu giydiğinde kız kuşkuyla “alo” dedi telefonuna. Diğer tarafın kıkırdamalar eşliğinde “sıhhatler olsun sevgilime” dediğini duyabiliyordum. Sesini tanıyordum. Tanıdığıma, unutmadığıma şaşırmamıştım. Karşımdaki masum, mutlu kız o güzel makyajına bir de allık eklemiş, biraz fazla kızarmıştı. Farkında olmadan elimi aynı bornozun cebine attım. Boğazım düğümlendi. Boştu cebi.. Telefon yoktu, karşı tarafta beni bekleyen de.. Aynadaki görüntümde kızda gördüğüm gülümseme de yoktu. Ben aynadaki halime ifadesiz bakarken, Meltem dışarıda yine çığlıklar atarak şarkı söylüyordu. Belli ki sıkılmış, acıkmış ve ilgi istiyordu. Ah meltem ah diye gülümseyerek çıktım dışarı.

Hemen hazırlandık. Soğuk havaya meydan okurcasına giyindik, kendimizi attık sokaklara. Bildiğim bir restoranı görünce çığlık çığlığa sürükledim Meltemi restorana. İşletmecisine yıllar yıllar öncede geldiğimden, o zamanlar da güzel olduğundan bahsedip ortak tanıdıklar üstünden bir de güzel gülmüştük. Değişmeyen birşeylerin olduğunu bilmek öyle mutlu etmişti ki.

Restoranın sıcağından dışarı çıktığımızda içimiz iyice üşümüş, birbirimize kenetlenmiştik. Meltemin kolunda, o bir şeyler anlatırken ben etrafa bakınıyordum. Ona iyice sokulmuş, sadece gözlerim görünecek şekilde onu dinliyordum. Bir an kalbim tekledi, soğuğu hissetmez, Meltemi duyamaz olmuştum. Karşımdaydı. Yine anılar diyecek oldum ama bu sefer o kızı göremiyordum. Sadece o vardı. Karşımda öylece bize doğru bakıyor, belki o da aynı şeyleri hissediyordu. Değişmemiş miydi? Hala gözlerinde o çocuksu gülümseme var mıydı göremeyecek kadar uzaktım. Uzak kalmak istercesine adımlarım yavaşlamış, Meltemin koluna daha sıkı tutunmuştum. O karşımda bize doğru anlamaya çalışan gözlerle bakarken bir anda irkildi. Kıvırcık saçlı minik bir kız, kucağına atlamış “baba” diyordu. “Baba”.. Hazırlıksız yakalanmasına rağmen kızını kollarına alıp gülümseyerek kaldırmıştı. Kızı elindeki şeyi gösterip hiç durmadan bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Kızı kucağında bize doğru döndüğünde ona o kadar yakındık ki kokusunu alabiliyordum. Değişmemişti.. Başkası sadece esti diyebilirdi ama aslında bana dost olmuştu o an rüzgar ve saçlarımla yüzümü kapamıştı. Yüzüm kapanınca belki de yıllardır içimde hapsettiğim tek bir damla göz yaşı yüzümden akıvermişti.

Onun bizi izlediğini, yanından geçerken olduğu yerde kucağında kızıyla döndüğü hissedebiliyordum. Kucağındaki küçük kızının sesini de duyabiliyordum. “Babacım bak annem bana ne aldı” diyordu elindeki minik kutuyu sallayarak. Komikti kızının sesi, ama öyle güzel babacım diyordu ki..

Meltem anlattıklarına cevap alamayınca, dürtme yöntemine geçmişti. “Ulan zaten ıssız buralar bari sen dünyayı terk etme” dedi kuşkulu gözlerle bana bakarken. Yüzümdeki göz yaşını görmüş olacak, soğuktan diye açıklama yapmama izin vermeden, “hadi şuraya sığınalım, tatlı bir şeyler yiyelim” diyip belki de en olmaması gereken yere sokmuştu beni.

Meltem menü istediği sırada telefonu çalmıştı. O telefonla konuşurken ben her şeyin başladığı masaya bakıyordum. Arkamı döndüğümde kızı ve ona asla zarar vereceğini düşünmediği arkadaşını, kız kardeşini görmüştüm. Birlikte büyümüşlerdi ama ayrı yaşlanacaklarını bilmiyorlardı o zamanlar.

İkisinin yanına büyük bir özgüvenle O gelmişti. Beyaz keten gömleği, koyu lacivert kot pantolonuyla hiç düşünmeden yanlarına oturmuştu. Kız ne heycanlı ne de ilgili gözüküyordu. Sanki daha hiç bir şey yaşanmamış gibi yüzünde o gülümsemesi de yoktu. Arkadaşıyla onun arasındaki konuşmalara kısa da olsa katılıyor, arada gülümsüyordu. O kalkarken kızın arkadaşının elini sıktığı için kız da elini uzatmıştı. O’ysa en güzel gülümsemesi eşliğinde gözlerini kızın gözlerinden hiç ayırmadan kızın elini dudaklarına götürmüştü. Sanki dudaklarında  dakikalarca kalmıştı eli, sanki gözlerinin içine saatlerden çok daha uzun bakmıştı, sanki yıllardır tanıdığı adamdı o.. Kızın yüzü kızarmış, gülümsemesini gizlemek için dudaklarını ısırmaya başlamıştı. Aşık olmuştu kız. Bir nefeslik zamanda çok derinden aşık olmuştu. O’ysa zaferinin, sonunda çektiği ilginin farkında gülümseyerek ve sekerek uzaklaşmıştı. Yıllar önce ben sızlayan elimi kalbime götürmüş ve merhaba demiştim ona. Şimdi sekerek gidişini izlemek huzur veriyordu sadece..

Ben vedamı ederken siparişlerimiz gelmiş, Meltem çikolatalı pudingini iştahla yemiş, hatta dudaklarının etrafını bilerek kahverengi bırakmıştı. Yine güldürmek için bir şey bulmuştu beni. “Sabahtan beri bana pis diyene bak ağzın yüzün puding oldu maymun! Gel silelim yüzünü” diye ağzını, tüm yüzünü bir anda peçeteye dayamıştım. Bir yandan gülüyor bir yandan çırpınıyordu. Ben daha fazla uzatmamak için ellerimi çekmeye çalışırken, o ellerimden tuttu. “Oydu değil mi” dedi. Ben sadece bakarken ellerimi daha da sıkı sıkı tuttu. Kafasını yana yatırıp, zoraki gülümserken “bak ama geçti” dedi. Gülümsedim ve bir kez daha yalan söyledim. “Geçti tabii.. Ama yüzündeki çikolatalar için aynısını söyleyemicem seni çirkin maymun!” 

Gecenin geri kalanında dedikodu yapıp, garip taklitler eşliğinde salaklıklarımıza güldük.Hiç konuşmadık o akan tek damlayı. Hiç keşkelerde, “ya öyle olmasaydı”larda kaybolmadık. Biz iki arkadaş, her insanın tarifinde bir tutam acı olduğunu  biliyorduk. Onlardan bahsetmek sadece tarifteki yerlerini arttırmaktı. Onun yerine puding dolu kaşıklarımızla şereflerine kıkırdamış, afiyetle yemiştik tatlılarımızı. O acıların ardından ne bir iç çekiş ne de bir ah olmuştu. Sadece bir damla göz yaşı ve bizi biz yaptıkları için kocaman bir teşekkür.

İyice doyduktan ve ısındıktan sonra kol kola devam ettik yolumuza. Sokakta kimsenin olmadığını görünce dayanamadık, önce mırıldanarak, sonra bağırarak başladık şarkımıza.. 

“Bazen, kendi gölgene basar sendelersin ıssız sokaklarda..”  

Sokaklar ıssızdı ve bizim de korkacak pek bir şeyimiz kalmamıştı.. 


3 yorum:

  1. Bazı anılar aslında anı değil gibi. Her yeni güne uyandığında dün yaşadığın bi olay gibi. Hafızanda o kadar canlı ki. Hissettiklerin, konuştukların, konuşamadıkların sanki dün yaşanmış hissi veriyor. Aklıma geldikçe içim daralıyor bazen yada farkında olmadan hafif bir gülümseme dudağımda.

    Çok sevdim yazını güzel Buket'imm benim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hepimizin kendini hapsetmek istediği anılar var kuzum.. Tek sorun anılara hapsolduğunda sadece elindekilerle kalıyorsun. Ya yenileri elindekilerden daha güzelse.. Ya çirkinse? Yaşamadan bilemiyorsun..

      Sil
  2. Ahhhhhh anilarrrrr...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...