Üniversitenin son
yılındaydım. Dört yıldır okuduğum kitapların haddi hesabı yoktu. Shakespeare,
Dante, Worstworth, Edgar Allen Poe.. Kimilerinde paranoyaklaşıp hikayenin
içindeki hikayeleri çözmeye çalışıyorduk, kimilerindeyse sadece kendimizi
kelimelerin büyüsüne kaptırıyorduk. Altmış kişilik sınıfta sadece bir elin parmağı kadar kişi bundan zevk
alıyordu. Zaten aramızdan bazıları öğretmenliğin puanlarının yüksek olması nedeniyle
edebiyatı seçmişti. Bense edebiyatı yaşamak istemiştim.. O bir kaç kişiden biriydim.
Her üniversite son sınıf öğrencisi gibi diploma denen kağıt parçasını alabilmek için tez yazmamız gerektiğini biliyordum. Bilmediğim tek şey tezimin hayatımı tamamen etkileyeceğiydi. Profesörümüz tez hakkında bilgi vermek için sınıfa girdiğinde elinde ne bir kağıt ne bir not vardı. Her zamanki gibi doğal
güzelliğiyle gülümseyerek içeriye girdi ve bize dönüp masaya yaslandı..
“Merhaba arkadaşlar. 4 yıldır birlikteyiz. Sizinle bir çok şey yaşadık. Hem de hepsini sayfalar aracılığıyla yaptık. Dünyanın çok uzak köşelerinde insanlarla tanıştık. Savaş gördük. Ölümü tattık. Ahiretin alemlerini gezindik. Bu yolculukta bizimle olduğunuz için ne kadar teşekkür etsem az... Biliyorum çoğu zaman 300 sayfalık kitapların özetleriyle karşımıza geçtiniz. Üniversite hayatı tamamen kitapların arasında geçirilmeyecek kadar değerli. Bu yüzden sizin üniversitedeki son aylarınızı kitapların arasında geçirmenizi istemiyorum. Dört yıldır, hatta daha önceden okuduğunuz kitapların, olayların, insanların ışığında, hayatı yaşamanızı ve bunu teziniz yapmanızı istiyorum. Unutmayın, her kitap size bir hayat sundu. Hayali ya da gerçek.. Belki ikisinin de arasında hayallerle süslenmiş bir gerçek. Şimdi 4 yıllık eğitim hayatınızın bir kitap hakkında olması sizin kendinize yaptığınız bir haksızlık olur. Çıkın dışarıya ve hayatınızın en önemli anılarını yazın. Ya da yazabilmek için yeni anılar edinebileceğiniz maceralara atın kendinizi.