Uzun zamandır Masalcıya uğrayamamıştım. Kim bilir ne hikayeler biriktirmişti benim için. Sobasını yaktığı, çayını demlediği kış günleri onun en sevdiği zamanlar olduğu için ilk boş vaktimde uğradım yanına.. Sohbet sohbeti açıp eski resimler döküldü sehpamıza. Elime ilk gelen cebime papatyaları doldurduğu Adalar hatıramızdı. Resmi gösterdiğimde onun ilk hatırladığı kocaman dondurmayı nasıl iki dakikada mideye indirişim olsa da, benim ilk hatırladığım İstanbul'da iskeleye yakınlaşınca Adalar tabelasını beklerken İngilizce Prens Adaları tabelasını
görüp Masalcıyı dürtüşüm olmuştu. Ne prensi Masalcı deyince, "bekle kızım önce bir karnımızı doyuralım" dedi.
Vapurda hiç konuşmadan öylece martıları izleyerek
oturduk. Vardık, sahil kenarında garsonların atom karınca hallerinin
gülümsettiği bir yere oturduk. Kahvaltımızı söyler söylemez bize eşlik etmek
için martılar ve kediler yanaştılar. Havasından mıdır bilinmez, ne martı kanatlarını açıp meydan okudu
kediye, ne de kedi hırlayıp tüylerini dikenleştirerek savaş açtı martıya. İkisi
de yan yana bizim lokmalarımızı paylaştı.
Kahvaltı bitip çaylarımızı yudumlarken masalcıya diktim
gözlerimi. Ne demek istediğimi anladığını göstererek gülümsedi. “Oğlum, iki
orta kahve” diye seslendi. Sonra döndü bana, başladı anlatmaya..