30 Aralık 2015 Çarşamba

Hallooo Amsterdam!

Biipp biiipp.. (Karavanımla yanınızda duruyorum. Kocaman direksiyona sarılmışım içeriden mutlu mutlu müzikler geliyor.) “Eeee ne duruyorsun? Hadi atla Amsterdam’a gidiyoruuuzz!!” diyorum. Ne dersiniz, benimle Amsterdam'a gelir misiniz? ;))

Son zamanlarda dünyam pause tuşunda takılı kalmıştı, madem zamanım var, vizelerim var tutmayın beni dedim ve kızların gazıyla attım kendimi yollara. Önce Frankfurt’a gidip çocukluk arkadaşlarımla buluştum, sonra birlikte arabayla düştük yollara.  O kadar çabuk gelişti ki her şey elimizde bir yol haritası (bakınız resme), güle oynaya çıktık yola. Tabii üç saat yanlış yolda gidip geri dönmemiz de bize güzel bir anı olarak kaldı ;)) Siz siz olun navigasyon olmadan çıkmayın otobana.. 


 (Çantamdaki süsleri bir yerden hatırlayan var mı? Bakınız reçineden ıvır zıvırlar tarifine. )

29 Kasım 2015 Pazar

Reçinee... Yani 100 kat vernik (#DIY)

Geçenlerde instagramda Amerika'daki bir kızın evini nasıl atölyeye çevirdiğini, reçineyle neler neler yaptığını görünce nasıl özendim anlatamam.. Kızımızın bloğu HelloHalsted. Ürünlere bakınca hemen bende yapacağım diyeceğinizi bildiğimden en kısa zamanda en kolay bulunabilir malzemelerle neler yaptım bir görün istedim..


18 Kasım 2015 Çarşamba

.


















Kimsiniz siz? Eşinize, annenize sordunuz mu hiç? 
Ya da "söyle bakalım benim hayallerim ne?" deseniz, 
Ne derler sevdikleriniz? 

2 Kasım 2015 Pazartesi

Baştan başlamaya hazır mısınız? Sıfır'dan mesela?

Edebiyat okumuş olmama rağmen bu güne kadar hiç bir kitabı enine boyuna yorumlamadım. Benim için kitap okurla yazar arasında apayrı bir dünya. Bu görüşüme rağmen, ilk kez bir kitabı bitirince, yazıcam dedim. Öyle bir dönemde çıktı ki kitap, kendime de bir sürü ders aldım, üstüne de kaybettiklerimin şerefine bir de kahve içtim diyebilirim...

Aslında yazmaktaki amacım size kitabı anlatmak değil. Ben size yazarı anlatmaya geldim. Yazarımızın ismi Tunç Kılınç. O kocaman holdinglerde kocaman masalarda kocaman sıfatlar altında çalışmış, bakmış istediği gibi gülemiyor, bir dur demiş kurumsal hayata. Ondan sonra kartvizitini Faili Meçhul Kıyak kartıyla değiştirmiş. Kartın üzerinde ne isim ne sıfat ne de cep telefonuu var. Amacı tanımadığı insanları hiç karşılık beklemeden mutlu etmek..  Sonra yetmemiş, reddedildiğinde intikam planları yapmak yerine gülmeyi tercih etmiş. Hoop bir kart daha atmış cebine.



24 Eylül 2015 Perşembe

Tam Zamanında

Geçen yine duramadık, bahaneler yaratıp attık kendimizi Göztepe’deki balıkçıya. Amaç belliydi. Türk sanat müziğinde kaybolup, acımıza kadeh kaldıracak, bir yandan da gülecektik. Buydu zaten rakıyı “rakı” yapan. En kötü diye tabir ettiğimiz günlerin ileride “ya, ne sarhoş olmuştun ama” diye anacağımız, güleceğimiz günler olacağını rakı sayesinde bilirdik. Rakı içen herkesin bir kederi vardı. Bazen itiraf eder, bazen saklardı. Biz saklamak için buluşmuştuk bu sefer. Aramızdan bazıları buz beyazında “ah ulan” diye eski günlerini andı, kimisi “Oooooo” diyenlerin arasında gaza gelip yine kadehinin dibinde kayboldu. Şarkılar, türküler, şakalar, kahkahalar derken... Bir an düğümlendi boğazım. Olur ya hani. Nereden geldiği bilinmeyen bir boşluk sarar bir an. Bir bakmışsınız, kalabalık kopmuş, siz ada kalmışsınız. Bağınız yok sanki onlarla. O anda göz göze geldim kasanın yanında duran amcayla. Kimse fark etmese de gözleri koştu geldi yardıma. Önce yalnız değilsin der gibi kilitlendi, sonra geçecek der gibi gülümsedi.. Bilmez miyim dercesine sessizce gülümsedim bende.

Herkesin ertesi güne bir planı olunca toparlandık, kalktık masadan. Nerede o eski yürüyemeyen sarhoşlar. Zaman sarhoş olma yetimizi bile çalmıştı bizden. Hepimiz sarıldık, aman ara uzamasınların ardından “ee hadi bırakayım seni”ler başladı. Yok dedim, yürüyeceğim. “Üşütürsün hava soğuk” dediler. Hemen amcaya sığındım. Bir kez güldü ya.. Borçluydu bana. “Amca be, ben şu hırkayı alsam, yarın getirsem olur mu? Komşu sayılırım sana, iki sokak ötede evim” dedim düşünmeden. Önce sakalları yukarı kalktı, sonra yıllardır tanıyormuş gibi “al tabii kızım, müsait olunca bırakırsın” dedi.

Hemen geçirdim yün hırkayı, hiç uzatmadan “aaa olmaz”ları, el sallayarak hızlı hızlı çıktım kapıdan. Hırka sırtımda, üstümde yıldızlar, ağzımda anason tadı başladım hala insanlarla dolu sokaktan yalnız yaşadığım evime doğru yürümeye. Ellerim de üşümeye başlayınca, hiç yadırgamadan daldırdım elimi hırkanın cebine. Bir şeye değince elim, kesin dedim fiştir, faturadır. Katlanmış kağıdı açıp başladım okumaya.. 

İşte o anı hiç unutmam. 

Üzerimde kocaman bir hırka, gelecekten haber verircesine bulunmuş bir şiir..

andan yıllar yıllar sonra.. Hava soğumuş, dalgalı deniz durulmuş, kimse yokken etrafta, çok özleyeceğimi bildiğimden, veda etmek istedim denize. Hiç düşünmeden daldım. Derinler nasıl soğuk.  İşte tam o an, titrememle aklıma geldi bir yabancının hırkasının cebinde bulduğum şiir. Kimse bilmez.. Ama o an Can amca, yine koşup yetişti bana.. 


“Üşüdüğünü bilen kimse yokken ürperirsin ya bir anda,
Tam zamanında dönmelisin işte yüzünü ona,
Daha kaybolmadan inandırmalısın kendini,
Güneşin her gün doğup, her gün battığına..”


Sağol Can amca.. 
Yıllar önce emanet ettiğin hırkan için, cebinde bıraktığın şiir için.. 
Bana verdiğin öğütler için sağol Can amca.. 
Sen de olmasan, nasıl kaybolur
Nasıl bulunurduk? 

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Karadeniz.. Rüzgarlı Deniz..





Çocukluğumun tüm yazları Karadeniz’de geçti benim. Hatırladığım en güzel akşamlar hep dalga sesleriyle süslendi. Her sabah uyanır uyanmaz heyecanla denize bakmaya koşan bir çocuktum ben. Ne ara o kadar zaman geçti bilmiyorum ama, dediklerine göre büyüdüm. Denizden uzak bir şehirde buldum kendimi. Günlerin birinde öyle çok özledim ki denizi, dalgaların sesini dinlemeyi, olur da hatırlarım belki diye kapadım gözlerimi o büyük şehirde.

Ben öylece beklerken  uzaklardan gelen ve belki de şehrimden sadece geçmeyi planlayan Rüzgar, beni görüp, halime acımış acımış olacak ki, kulağıma çok az insanın bildiği bir masalı fısıldamaya başladı..

28 Haziran 2015 Pazar

Hiç usanmadan..

Neresinden baksam güzel şeyler görmeyi başardım hayatta. Sadece sanki bu aralar, "hadi koçum, bakalım sıradaki parkur da ne halt edeceksin" dercesine sırtıma vurup, survivor parkurlarının pabucunu dama attıracak bir döneme yolladılar beni. Ayılıp bayılıp vazgeçmeler inanan insanlara göre değil, hala şükredecek o kadar şey görüyorken kendimi korkularım arasında telef etmek istemedim. Hani insanların korkuları tamamen kafalarında derler ya... Ben de baktım kafamda tedirginlik, üzgünlük, korku dolu kocaman bir havuz var, parmak ucunda yürüdüm kıyısından ve uzaklaştım gerçekliğimden. Zaten ne zaman başım sıkışsa aynı şeyi yapıp, "hadi bana eyvallah" diyebilecek kadar cesur ya da aptal olabiliyorum. Cesur ya da aptal olduğumu ancak zamanın göstereceğini de bildiğimden şimdi tasalanmanın hiç bir faydası yok. 

Yine parmak ucumda gerçeklikten sıyrılmışken ve evde beni kendime getirecek kağıt parçalarıyla buluşmuşken gözüme pasaportum ilişti. 10 yıllık Amerika vizem, iş seyahati için daha yeni alınmış bir yıllık schengenim sanki öylece beni bekliyorlar. En büyük korkum da onları ziyan etmek. İtiraf etmeliyim, olduğu yerlere hiç sığamayan biri olarak çekip gitmeler, yollarda kaybolmalar hep kalbimde. Hayat arkadaşıyla varını yoğunu satıp yollara düşen insanlara bir tek ben özenmiyorumdur herhalde.. Düşünsenize bir.. Koskoca dünya sadece bir süreliğine olsa da eviniz..  

Şu sıralar ailemin bana hiç olmadığı kadar ihtiyacı olduğunu bildiğimden, dünkü karşılaşmadan sonra kalbimi parçalayarak pasaportumu çekmeceye koyup kalbimdeki gitme arzusunu susturabilirdim. Yapamadım.. Hayat bize verilen bir hediye ise, bir şeylerden korkmak sanırım bu hediyeyi ziyan etmekten başka bir şey değil.. Ben de pasaportumu en görünen yere koyup, şimdi olmasa da ileride bir gün gideceğim güne minicik heyecanlar katıp, kendime aldığım ufacık bir hediyeyle o güne bir hazırlık daha yaptım. Gittim kendime hemen komşumuz olan LC Waikiki’den beyaz keten bir ayakkabı aldım. Planım şu.. Bir gün o büyük seyahate çıktığımda bu ayakkabı ayağımda olacak ve adım attığım her yerin ismini, gördüğüm en güzel şeyleri elimden geldiğince üzerine çizeceğim ve benim için o günleri anımsatan harika bir anı yaratacağım.. Bu güne kadar kendime çok az söz verdim ve hepsini itinayla tuttum. Bu da kendime bir sözüm olsun.. Siz de şahitlerim.. Bu ayakkabı da pasaportum gibi odanın en görünen yerinde. O seyahate kadar bu ayakkabıyı asla giymeyeceğime dair verdiğim söz de aklımın bir köşesinde..


14 Haziran 2015 Pazar

Hayal günlüğü..

Hayallerini biriktirdiği bir defteri olmalı insanın. 
Olsun ki hayatın telaşına kapılıp unutmasın hiçbirini, 
Yaşanmamış bırakmasın.

Hele ki hayalleri anılarına dönüştüğünde, 
Kurduğu her hayalin gerçek olabildiğini bilip, 
Daha büyüklerini kurmayı adet edinsin.. 

Sanıyorlar ki hayal kurmak rüya görmek gibi, 
Oysa hayal kurmak, 
İnanların geleceği görme şekli..  


Tüm hayallerinizin gerçek olduğu çok güzel bir hayatınız olması dileğiyle..

Buket
  

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Sessiz..




Koşup cennetime sığınıyorum yine,
Dizlerim titriyor atıyor beni yere.
Bakıyorum hemen yanı başıma,
Sönmüş bir alevin küllerinin arasında yabanı bir çiçek açmış,
Hem de mezarlıktakinin aynısı..
Dinlememiş ne tuzlu suyu ne kumu, inat etmiş doğmuş eski bir yangından.
Sessizliğin içinden kulağıma
"Gördün mü" diye fısıldıyor rüzgar,
Dalgalar "umut" diye bağırıyor...
Bu güzelim sahilde en sessiz köşe kalbim.
Üzgün, korkak.. Eksik...

14 Nisan 2015 Salı

Babam...

Küçükken babam her iş seyahatine çıktığında rüyalarımda onun öldüğünü görürdüm. Ya kucağımda son nefesini verirdi ya da öldüğü haberi hiç ummadığımız bir anda bize gelirdi. Uyanıp ağlayarak anneme rüyamı anlattığımda annem "ömrünü uzatmışsın kızım" derdi. O gelene kadar içim rahatlamaz, geldiğinde de babama sıkı sıkı sarılır, gerçekten ömrünü uzattığımı düşünürdüm. 

Yıllar yıllar sonra, artık rüyalarımda öldüğünü hiç görmezken bir anda terk etti babam bizi.. Ansızın.. Gideceği hiçbirimizin aklına gelmezken hem de.. Daha bir hafta önce, 6 Nisan'da, babam bize veda ettiğinde keşke küçükken gördüğüm o rüyaların içinde olsaydım dedim kendi kendime. Keşke o rüyadan uyanıp, ona sarılıp onu ne kadar sevdiğimi söyleyebilseydim.. Ama yapamadım.. 

Şimdi size kötü bir dilek gibi gelebilir ama ben de size bir rüya diliyorum. Sevdiğinizin sizden alındığı, kalbinizin asla kaldırabileceğini düşünmediğiniz bir yükün altına girdiği bir rüya.. Üzüntüden nefes almanız zorlaşsın, çığlıklar atmak isteyin ama sesiniz bile çıkmasın.. Öyle çok ağlayın ki gözlerinizden artık yaş gelmesin ama kalbiniz durulmasın.. Dalgalansın, çıkmak istercesine çarpsın göğüsünüze.. Tam da ben artık nasıl yaşarım şimdi derken uyanın..

Rüyaymış diyin.. Ama içinize sinmesin.. Gidin, sevdiğinize sarılın. Öyle sıkı sıkı sarılın ki varlığını, sıcaklığını asla unutmayın.. Seni seviyorum deyin.. İyi ki varsın deyin.. Dilinizin ucunda kalmasın hiç biri.. 

Babam gitti.. Benimse kalbimde kocaman bir ağrı, dilimin ucunda uzun zamandır söylenmemiş, "seni çok seviyorum" kaldı... 

Sevdiğiniz biri öldüğünde kalbinizde tam 40 mum yanarmış. Son bir mum kalana kadar her gün bir muma üflenirmiş. Kalbinizde kalan son mum da asla sönmezmiş. Sanırım benim yapabileceğim tek şey de bu.. İçimde asla sönmeyeceğini bildiğim muma her gün onu ne kadar sevdiğimi söylemek.. Onun beni bir yerlerde duyduğunu umarak, her gün bıkmadan tekrarlamak..

Seni çok seviyorum Babam..





5 Nisan 2015 Pazar

Kendini Bana Getir..

Sanırım bir şeyi sanat yapan onda kendinizi ne kadar bulduğunuzla doğru orantılı.. Handan Börüteçene'yle İstanbul Modern'deki sergide tanıştım. Önce bunlar da ne yahu diye yaklaşsam da şiirini okuduktan sonra her bir bavula dokunmak istedim.. Her dokunuşumda da içimden "umarım getirmen gerekeni getirebilmişsindir" demeden de edemedim...

1 Şubat 2015 Pazar

ah bu ben..

Bazen birilerine bir şeyler anlatmak değil sadece dinletmek ister misiniz? Hani ikinizin de sevdiği bir şarkı çaldığında yanınızda olmasa da duysun istersiniz ve hiç düşünmeden ararsınız ya, onun gibi.. Hala öyle insanlar kaldı mı bilmiyorum ama bu sefer ben size bir şey dinletmek istiyorum..

Hadi şimdi sizi aradığımı farz edin. Telefonunuzda ismim çıkıyor, şaşırıyorsunuz ama yine de düşünmeden açıyorsunuz.. Ve sonra..


Telefon sessizleşince gülümsersiniz belki. Kim bilir nerede dersiniz. Hatta belki de o ifade yüzünüzden hiç silinmeden başlarsınız da mırıldanmaya..

Yerle gök arasında bir yerde..

25 Ocak 2015 Pazar

Bazen, "bazı anılar"..


“Ayşe.. Ayşe.. Ayşe alooo..”

En yakın arkadaşımın dürtmeleriyle ayılmıştım anılardan. Burası bu ev, bende hep aynı etkiyi yaratıyordu. O günlere gidiyor ve kayboluyordum. Neden hala o günleri hatırlıyordum? Nasıl o hisler daha dünmüş gibi kalbimi durdurabiliyordu?

“Ne Ayşeee Ayşeee ne başımın belası!” Meltem bana seslendiğinde ellerimdeki yüklerden kurtulmuş sokağa bakıyordum. Karşıdaki villa hiç değişmemişti. Hala ağaçlar, çiçekler arasında zar zor seçiliyordu pencereleri. Villanın hemen yanındaki kaldırım yıllar sonra eksik gelmişti. Sanki oraya ait bir şeyleri almışlar, eksik bırakmışlardı.

Uzun zamandır evin kapalı olduğunu düşünürsek çok işimiz vardı. Meltem saçını tam alnın üstünde kimsenin yapamayacağı kadar çirkin bir topuz yapmıştı. Evi temizlemeye çalışırken, garip şarkılar söylüyor, ikimiz birbirimize ne çektik bakışı atıyor ve bol bol gülüyorduk. Söylediklerinden çok topuzu beni güldürüyordu. Onca kıkırdama eşliğinde evi havalandırdık, temizledik, aldıklarımızı yerleştirdik. İşler bittikten sonra temizlenme sırası bizdeydi. Her zaman beni hazırlıksız yakalayan Meltem, savaşarak banyoyu kapmış, utanmadan içeride pavarotti taklidi yapıyordu.

13 Ocak 2015 Salı

Süüürrppriiizzz! Hediye Kutusu yapımı.. (DIY)

Söyleyin bakalım yeni yılda ne aldınız sevdiklerinize? Kazak? Parfüm? Yok yok kupa.. Eğer bunlardan birini aldıysanız, iki çift lafım var size. Yahu bu insanlar kendilerine alamıyorlar mı bunları? Yapmayın böyle kapitalist hareketler. Biraz daha yaratıcı olun, sizden bir şeyler verin.. Yaşadıklarınızdan mesela? Ama en çok ellerinizden çıkan ve başka kimsede göremeyecekleri, sadece onlara özel bir şey verin desem? "Yeaa ne var ki öyle bişey" demeyin hemen, alt dudağı şişirmeyin. Benim size gayet kolay bir hediye fikrim var. Adı Sürpriz Kutusu ;)

Evet adı şu an uydurdum. Ve evet bunu tabii ki yurt dışındaki yaratıcı insanlardan keşfettim. Bu kutunun asıl ismi exploiding box. Sevdiklerinize bir kutu dolusu anı vermenin en güzel, en keyifli yolu kendisi. İlk bakışta biraz zor da olsa aslında gayet kolay. En çok ihtiyacınız olan güzel bir müzik ve  yere yayılmadan önce poponuzu sıcak tutacak bir minder. Gerisi kolay ;)

Neden mi bahsediyorum? İşte bundan bahsediyorum.. Tabii içi size de yazının sonuna kadar sürpriz ;))

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...