En yakın arkadaşımın
dürtmeleriyle ayılmıştım anılardan. Burası bu ev, bende hep aynı etkiyi
yaratıyordu. O günlere gidiyor ve kayboluyordum. Neden hala o günleri
hatırlıyordum? Nasıl o hisler daha dünmüş gibi kalbimi durdurabiliyordu?
“Ne Ayşeee Ayşeee ne başımın
belası!” Meltem bana seslendiğinde ellerimdeki yüklerden kurtulmuş sokağa
bakıyordum. Karşıdaki villa hiç değişmemişti. Hala ağaçlar, çiçekler arasında zar
zor seçiliyordu pencereleri. Villanın hemen yanındaki kaldırım yıllar sonra
eksik gelmişti. Sanki oraya ait bir şeyleri almışlar, eksik bırakmışlardı.
Uzun zamandır evin kapalı
olduğunu düşünürsek çok işimiz vardı. Meltem saçını tam alnın üstünde kimsenin
yapamayacağı kadar çirkin bir topuz yapmıştı. Evi temizlemeye çalışırken, garip
şarkılar söylüyor, ikimiz birbirimize ne çektik bakışı atıyor ve bol bol
gülüyorduk. Söylediklerinden çok topuzu beni güldürüyordu. Onca kıkırdama
eşliğinde evi havalandırdık, temizledik, aldıklarımızı yerleştirdik. İşler bittikten
sonra temizlenme sırası bizdeydi. Her zaman beni hazırlıksız yakalayan Meltem,
savaşarak banyoyu kapmış, utanmadan içeride pavarotti taklidi yapıyordu.
Fırsat bu fırsat eve
girdiğimden beri ısrar eden ayaklarıma teslim olup balkona, şimdi eksik gözüken
kaldırımın karşısına geçmiştim. Ben fark etmeden hava iyice kararmış, yeşil
eski bir araba kaldırıma park etmişti. Arabada O’nun hiç değişmemiş hali ve
yakın arkadaşı vardı. Önce etrafa bakınmış, sonra camları indirmişlerdi. Aynı
zamanda yan odadan polifonik bir melodi gelmeye başladı. Melodiyi takip edip
kapıyı açtığımda sıçrayarak yatakta dikilen bir kız gördüm. Heyecanla telefona
fısıldadı, “alo” diye. Karşı tarafın sesini duyar duymaz yüzüne kocaman bir
gülümseme yansıdı kızın. Hiç bir şey söylemeden perdesini fırlatır gibi camın
önünden çekti. Ses çıkarmamak için yavaşça açmıştı camı. Artık sevdiği adamla
arasında sadece bir yol vardı. Kız o kadar heyecanlıydı ki.. Kalbinin atışları
odanın içinde duyuluyordu. Ayaklarını kıvırıp camın önünde kaç saat telefonla
konuştu hatırlamıyordum.. O’nun arkadaşı dayanamayıp arabada uyuklamaya
başlamıştı. Sessiz sessiz kıkırdıyorlardı arkadaşlarının haline. “Ben de seni”
diyordu kız. Sanki oymuş gibi telefona sıkı sıkı sarılmış, uzaklaşan arabayı
uğurluyordu. Yatağına döndüğünde gülümsemesi hala yüzündeydi. Telefonu da..
Huzurla uykusuna teslim olmuştu.
Ben kızı izlerken Meltem çığlık atarcasına “sıra
sen de pis sokak çocuğu hadi temizle kendini” diye bağırıyordu. Tekrar odaya
baktığımda yatak boştu. Belki de yıllardır kız o yatakta uyumamıştı. Uyuyan kesin bir başkasıydı.
Meltemin yanından sesimi
kalınlaştırıp “mis gibi kokuyorsun gel bi sarılıyım yavruuum” diye kollarımı
açarak geçtim. Meltem “git, pis insan” diye koşarken haline gülmemek elde
değildi. O giyinmeye ben de kaynar suda yıkandığı için tamamen buhar olan banyoya giriyordum. Bu sıcaklıkta biraz daha yıkanırsa erkenden
pelteye dönecekti, hep derdim ama inatla dinlemezdi.
Buharların arasına
daldığımda yine o kızı gördüm. Telefonu kulağında, gizli gizli bir şeyler
fısıldıyordu yine. “Ya kapat ama hadi”
diyordu, ama aslında o sesi bir ömür boyu hiç durmadan duymak istediği o kadar belliydi
ki. Telefondakinin ısrarlarına dayanamayıp gülümseyerek “püf sen bilirsin”
diyip telefonu kapatmadan bornozunun cebine atmıştı. Gülümsemesi yine
yüzündeydi. Ne güzel bir makyajdı gülümsemek. Ne kadar yakışıyordu ona.
Ben adım atarken o da atım
attı duşa. İkimizde gözlerimizi kapatıp suyun bizi temizlemesini bekledik.
Saçlarımızı masaj yapar gibi yavaş yavaş yıkadık. İkimizde hindistan cevizli
duş jelini seçmiştik. Hiç acele etmeden ben onun gülümsemesine gülümserken
temizledik kendimizi. Bornozunu giydiğinde kız kuşkuyla “alo” dedi telefonuna.
Diğer tarafın kıkırdamalar eşliğinde “sıhhatler olsun sevgilime” dediğini
duyabiliyordum. Sesini tanıyordum. Tanıdığıma, unutmadığıma şaşırmamıştım. Karşımdaki
masum, mutlu kız o güzel makyajına bir de allık eklemiş, biraz fazla
kızarmıştı. Farkında olmadan elimi aynı bornozun cebine attım. Boğazım
düğümlendi. Boştu cebi.. Telefon yoktu, karşı tarafta beni bekleyen de.. Aynadaki
görüntümde kızda gördüğüm gülümseme de yoktu. Ben aynadaki halime ifadesiz
bakarken, Meltem dışarıda yine çığlıklar atarak şarkı söylüyordu. Belli ki
sıkılmış, acıkmış ve ilgi istiyordu. Ah meltem ah diye gülümseyerek çıktım
dışarı.
Hemen hazırlandık. Soğuk
havaya meydan okurcasına giyindik, kendimizi attık sokaklara. Bildiğim bir
restoranı görünce çığlık çığlığa sürükledim Meltemi restorana. İşletmecisine yıllar
yıllar öncede geldiğimden, o zamanlar da güzel olduğundan bahsedip ortak
tanıdıklar üstünden bir de güzel gülmüştük. Değişmeyen birşeylerin olduğunu
bilmek öyle mutlu etmişti ki.
Restoranın sıcağından dışarı
çıktığımızda içimiz iyice üşümüş, birbirimize kenetlenmiştik. Meltemin kolunda,
o bir şeyler anlatırken ben etrafa bakınıyordum. Ona iyice sokulmuş, sadece
gözlerim görünecek şekilde onu dinliyordum. Bir an kalbim tekledi, soğuğu
hissetmez, Meltemi duyamaz olmuştum. Karşımdaydı. Yine anılar diyecek oldum ama
bu sefer o kızı göremiyordum. Sadece o vardı. Karşımda öylece bize doğru
bakıyor, belki o da aynı şeyleri hissediyordu. Değişmemiş miydi? Hala gözlerinde
o çocuksu gülümseme var mıydı göremeyecek kadar uzaktım. Uzak kalmak istercesine
adımlarım yavaşlamış, Meltemin koluna daha sıkı tutunmuştum. O karşımda bize
doğru anlamaya çalışan gözlerle bakarken bir anda irkildi. Kıvırcık saçlı minik
bir kız, kucağına atlamış “baba” diyordu. “Baba”.. Hazırlıksız yakalanmasına
rağmen kızını kollarına alıp gülümseyerek kaldırmıştı. Kızı elindeki şeyi
gösterip hiç durmadan bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Kızı kucağında bize
doğru döndüğünde ona o kadar yakındık ki kokusunu alabiliyordum. Değişmemişti..
Başkası sadece esti diyebilirdi ama aslında bana dost olmuştu o an rüzgar ve saçlarımla
yüzümü kapamıştı. Yüzüm kapanınca belki de yıllardır içimde hapsettiğim tek bir
damla göz yaşı yüzümden akıvermişti.
Onun bizi izlediğini,
yanından geçerken olduğu yerde kucağında kızıyla döndüğü hissedebiliyordum. Kucağındaki
küçük kızının sesini de duyabiliyordum. “Babacım bak annem bana ne aldı”
diyordu elindeki minik kutuyu sallayarak. Komikti kızının sesi, ama öyle güzel
babacım diyordu ki..
Meltem anlattıklarına cevap
alamayınca, dürtme yöntemine geçmişti. “Ulan zaten ıssız buralar bari sen
dünyayı terk etme” dedi kuşkulu gözlerle bana bakarken. Yüzümdeki göz yaşını
görmüş olacak, soğuktan diye açıklama yapmama izin vermeden, “hadi şuraya
sığınalım, tatlı bir şeyler yiyelim” diyip belki de en olmaması gereken yere
sokmuştu beni.
Meltem menü istediği sırada
telefonu çalmıştı. O telefonla konuşurken ben her şeyin başladığı masaya
bakıyordum. Arkamı döndüğümde kızı ve ona asla zarar vereceğini düşünmediği arkadaşını,
kız kardeşini görmüştüm. Birlikte büyümüşlerdi ama ayrı yaşlanacaklarını
bilmiyorlardı o zamanlar.
İkisinin yanına büyük bir özgüvenle
O gelmişti. Beyaz keten gömleği, koyu lacivert kot pantolonuyla hiç düşünmeden
yanlarına oturmuştu. Kız ne heycanlı ne de ilgili gözüküyordu. Sanki daha hiç
bir şey yaşanmamış gibi yüzünde o gülümsemesi de yoktu. Arkadaşıyla onun
arasındaki konuşmalara kısa da olsa katılıyor, arada gülümsüyordu. O kalkarken
kızın arkadaşının elini sıktığı için kız da elini uzatmıştı. O’ysa en güzel
gülümsemesi eşliğinde gözlerini kızın gözlerinden hiç ayırmadan kızın elini
dudaklarına götürmüştü. Sanki dudaklarında
dakikalarca kalmıştı eli, sanki gözlerinin içine saatlerden çok daha
uzun bakmıştı, sanki yıllardır tanıdığı adamdı o.. Kızın yüzü kızarmış,
gülümsemesini gizlemek için dudaklarını ısırmaya başlamıştı. Aşık olmuştu kız. Bir nefeslik zamanda çok derinden aşık olmuştu. O’ysa zaferinin,
sonunda çektiği ilginin farkında gülümseyerek ve sekerek uzaklaşmıştı. Yıllar
önce ben sızlayan elimi kalbime götürmüş ve merhaba demiştim ona. Şimdi sekerek
gidişini izlemek huzur veriyordu sadece..
Ben vedamı ederken
siparişlerimiz gelmiş, Meltem çikolatalı pudingini iştahla yemiş, hatta
dudaklarının etrafını bilerek kahverengi bırakmıştı. Yine güldürmek için bir
şey bulmuştu beni. “Sabahtan beri bana pis diyene bak ağzın yüzün puding oldu maymun!
Gel silelim yüzünü” diye ağzını, tüm yüzünü bir anda peçeteye dayamıştım. Bir
yandan gülüyor bir yandan çırpınıyordu. Ben daha fazla uzatmamak için ellerimi
çekmeye çalışırken, o ellerimden tuttu. “Oydu değil mi” dedi. Ben sadece
bakarken ellerimi daha da sıkı sıkı tuttu. Kafasını yana yatırıp, zoraki
gülümserken “bak ama geçti” dedi. Gülümsedim ve bir kez daha yalan söyledim. “Geçti
tabii.. Ama yüzündeki çikolatalar için aynısını söyleyemicem seni çirkin maymun!”
Gecenin geri kalanında
dedikodu yapıp, garip taklitler eşliğinde salaklıklarımıza güldük.Hiç
konuşmadık o akan tek damlayı. Hiç keşkelerde, “ya öyle olmasaydı”larda
kaybolmadık. Biz iki arkadaş, her insanın tarifinde bir tutam acı olduğunu biliyorduk. Onlardan bahsetmek sadece tarifteki
yerlerini arttırmaktı. Onun yerine puding dolu kaşıklarımızla şereflerine
kıkırdamış, afiyetle yemiştik tatlılarımızı. O acıların ardından ne bir iç
çekiş ne de bir ah olmuştu. Sadece bir damla göz yaşı ve bizi biz yaptıkları
için kocaman bir teşekkür.
İyice doyduktan ve
ısındıktan sonra kol kola devam ettik yolumuza. Sokakta kimsenin olmadığını
görünce dayanamadık, önce mırıldanarak, sonra bağırarak başladık şarkımıza..
“Bazen, kendi gölgene basar
sendelersin ıssız sokaklarda..”
Sokaklar ıssızdı ve bizim de korkacak pek bir şeyimiz kalmamıştı..
Sokaklar ıssızdı ve bizim de korkacak pek bir şeyimiz kalmamıştı..
Bazı anılar aslında anı değil gibi. Her yeni güne uyandığında dün yaşadığın bi olay gibi. Hafızanda o kadar canlı ki. Hissettiklerin, konuştukların, konuşamadıkların sanki dün yaşanmış hissi veriyor. Aklıma geldikçe içim daralıyor bazen yada farkında olmadan hafif bir gülümseme dudağımda.
YanıtlaSilÇok sevdim yazını güzel Buket'imm benim..
Hepimizin kendini hapsetmek istediği anılar var kuzum.. Tek sorun anılara hapsolduğunda sadece elindekilerle kalıyorsun. Ya yenileri elindekilerden daha güzelse.. Ya çirkinse? Yaşamadan bilemiyorsun..
SilAhhhhhh anilarrrrr...
YanıtlaSil