10 Haziran 2020 Çarşamba

Prens adaları, Büyük Ada

Uzun zamandır Masalcıya uğrayamamıştım. Kim bilir ne hikayeler biriktirmişti benim için. Sobasını yaktığı, çayını demlediği kış günleri onun en sevdiği zamanlar olduğu için ilk boş vaktimde uğradım yanına.. Sohbet sohbeti açıp eski resimler döküldü sehpamıza. Elime ilk gelen cebime papatyaları doldurduğu Adalar hatıramızdı. Resmi gösterdiğimde onun ilk hatırladığı kocaman dondurmayı nasıl iki dakikada mideye indirişim olsa da, benim ilk hatırladığım İstanbul'da iskeleye yakınlaşınca Adalar tabelasını beklerken İngilizce Prens Adaları tabelasını görüp Masalcıyı dürtüşüm olmuştu. Ne prensi Masalcı deyince, "bekle kızım önce bir karnımızı doyuralım" dedi.

Vapurda hiç konuşmadan öylece martıları izleyerek oturduk. Vardık, sahil kenarında garsonların atom karınca hallerinin gülümsettiği bir yere oturduk. Kahvaltımızı söyler söylemez bize eşlik etmek için martılar ve kediler yanaştılar. Havasından mıdır bilinmez, ne martı kanatlarını açıp meydan okudu kediye, ne de kedi hırlayıp tüylerini dikenleştirerek savaş açtı martıya. İkisi de yan yana bizim lokmalarımızı paylaştı.


Kahvaltı bitip çaylarımızı yudumlarken masalcıya diktim gözlerimi. Ne demek istediğimi anladığını göstererek gülümsedi. “Oğlum, iki orta kahve” diye seslendi. Sonra döndü bana, başladı anlatmaya..


Osmanlı’nın en şatafatlı yaşadığı dönemlerde yurt dışındaki soylu ailelerin bir kaçı oğullarını buraya göndermiş. Amaç hem Osmanlıya yakın olmak hem de çocuklarını Osmanlıya emanet ederek onlara ne kadar güvendiklerini kanıtlamakmış. Çocuklar burada oldukları dönemde yurt dışındaki deneyimlerini paylaşarak, yurt dışında yaşanan gelişmelerden içerideki insanları haberdar etmek adına öğretmenlik de yaparlarmış. Diğerleri korksa da soylu bir prens dışarıda yaşanan devrimleri, kişilere verilen hakları ve önemi anlatmaya başlamış. Önceleri etrafında beş altı kişi varken daha sonra meraklılar, anlattıklarını mantıklı bulanlar her geçen gün onu dinleyenler artmış. Prensin anlattıkları ve her geçen gün artan dinleyicisi Padişahın kulağına gidince küplere binmiş. Hemen kellesini emretmiş. Dalkavukları bunun düpedüz prensin ailesine savaş açmak anlamına geleceğini, bunun yanlış bir strateji olacağını söyleyip zar zor vazgeçirmişler Padişahı. Ancak gün geçtikçe, Prensin anlattıkları insanların tavırlarını değiştirmeye başlamış. Vergiler sorgulanmaya, neden sorusunu daha fazla duymaya başlamış Padişahın dalkavukları. Padişah daha fazla dayanamamış ve Prensin sürülmesini emretmiş. Ellerine verilen kozu teslim etmek yerine çok fazla insanın yaşamadığı adalara sürülmesini emretmiş. Oradan çıkması kesinlikle yasaklanmış. Soylu prense kırık dökük bir ev ile kendinden çok küçük bir hizmetçi vermişler. Her hafta gelecek gemi ile istediklerinin getirileceği garantilenmiş. Prens iner inmez adaya gülümseyerek hizmetçisine, senle ben evimize geldik oğlum demiş..

Bu adalarda insanların neden hep gülümsediğini merak edenler olur. Bunun nedeni kendilerine verilen kaderin değerini bilmeleri. Padişahın ceza olarak verdiğini Prens evi olarak yorumlamış. Etrafındaki insanları istenmeyenler değil, kendi gibi görmüş. Herkese koşturmuş, bilmeyenlere okuma yazma öğretmiş, insanlara her zaman kucak açmış. Bünyesi sağlam olmasına rağmen, her hafta gelen gemide ilaçlar istemiş, kumaşlar, tohumlar.. Hiç kendine saklamadan dağıtmış. Dağıttıklarından da tek ricası “paylaş” olmuş. Böyle geçen aylardan sonra gemide prense tek bir mektup gelmiş. Ailesinin hiddet dolu mektubundan sonra Padişah geri gelmesini kabul ettiğini yazdırmış. Prens padişaha değil, ailesine “ben evimi buldum, buna neden olan Padişaha en büyük teşekkürlerimi borç bilirim. Olur da bir gün gelebilirseniz sizleri ailemle ağırlamaktan gurur duyarım” demiş Prens ve adalardan asla ayrılmamış. Büyük adada evi olmasına rağmen diğer adalara insanların gitmesine ön ayak olmuş, o ne öğrettiyse öyle yaşamaya başlamış adalardaki insanlar. Paylaşmışlar, benimsemişler ama en önemlisi hem kendilerinin hem de karşısındakinin önemli olduğunu asla unutmamışlar. Padişah adalara Prens adaları denmesine izin vermemiş. Sadece yabancılar bunu kendi aralarında söylerken, bir süre sonra Prensin evim dediği, bizim huzurla kahvaltımızı yaptığımız adaya Büyük ada denmiş. Hala tepeleri aşıp o uzak kiliseye gidenler onun ruhuna da dua ederler. Onun adalara verdiği ruha da.. Adını bilmem prensin. Kimsenin bildiğini de zannetmem. Bazen bir kahramanın adını bilmene de gerek olmaz. Onun var olduğuna inanmak, yalnız olmadığını bilmektir küçüğüm.."

Hikaye bitip gözlerindeki parlamayı görünce elimde olmadan acaba bu hikaye gerçek mi diye düşünmeye başladım. Gerçek miydi bilmiyorum ama adanın anlamı benim için artık çok farklıydı. Gülümsedim, hadi dedim.. Etraf bisiklet doluydu ve ben binmeyeli çok olmuştu.. Durdurdu beni. Yabani papatyalardan topladı, cebime koydu. Şimdi gidebiliriz dedi.. 


Bir gün sizin de yolunuz düşerse adalara, siz de cebinize papatyalar doldurun ve prensi düşünün..

Unutmayın, kimse değil, dünyamızı biz kendimiz yaratıyoruz... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...